top of page

Eskisi kadar boş olmayan bir boşluk: Uzay boşluğu... İnsanın uzay serüvenine kısa bir bakış...

Uzay boşluğu 67 yıldır daha önce olduğu kadar boş değil. Dünya atmosferinin dışına yapılan ilk yolculuğu gerçekleştiren Sputnik 1'in fırlatılışından bugüne geçen yıllarda insanlık tarihinin kaydadedeğer bir uzay serüveni oldu. Hatta öyle ki, bugün uzay istasyonları ve uzay araçlarından bir uzay çöplüğü tartışılıyor. Şimdi de Türkiye uzay çalışmaları kapsamında bir astronotunu, savaş pilotu Alper Gezeravcı'yı uzaya çıkarmayı planlıyor. Böylesi bir gündemde İnsanın uzay serüvenine kısa bir bakış hafızalarımızı tazelemizi kolaylaştıracaktır.


Gagarin'in en bilindik tulumlu fotoğraflarından birisi

(Kaynak: Sir Patrick Moore ve H.J.P. Arnold tarafandan kaleme alınan Uzay İlk 50 Yıl kitabından aynen aktarım. 2007)


UZAYDA İNSAN

1903'te Orville Wright, havadan ağır bir araçla insanlı ilk uçuşu gerçekleştirdi. 60 yıldan kısa bir süre sonra Yuri Gagarin uzaya giden ilk insan oldu ve aynı yıllarda Neil Armstrong ve Buzz Aldrin Ay'a ayak bastılar. Dördünün de yüz yüze görüşmeleri mümkün olabilirdi. Hiç görüşmediler ama yaşamları birbirleriyle kesişti. Bense hepsini tanıyorum ya da tanıyordum.


20. yüzyıl gerçekten de çığır açan bir dönem oldu. Yine de erken dönemlerinde insanların yerden hiç kalkamayacaklarına inanan araştırmacıların sayısı oldukça fazlaydı. ABD'nin önde gelen gökbilimcilerinden Simon Newcomb 1904'te tek yolun, kuşlar tarafından havalandırılan bir hava aracı olduğunu yazdı. Bu düşünce Godwin'in Man in the Moone'unu andırıyor; olasılıkla Newcomb bu kitabı okudu ama Wright kardeşlerin ilk uçuşlarını yaptıklarından haberdar değildi.


TEHLİKELER

Roket biliminde gerçekleştirilen gelişmeler bu bakış açısıyla insanlı uzay uçuşlarının mümkün olduğunu kanıtladı ama 1957'de Sputnik 1'in ardından dahi birçok kişi konuya şüpheyle yaklaşıyordu. Yanıtlanması gereken birkaç soru vardı ve bu yanıtları bulmak, deney yapmadan zor olacaktı. Sıfır yerçekimi, radyasyonun zararları ve meteor bombardımanı gibi konuların da göz önünde bulundurulması gerekiyordu.


Daha önce belirttiğimiz gibi kozmik ışınların başlıcaları -yani en ağır parçacıklar- etkili bir kalkan görevi gören atmosferin üst katmanlarında parçalanıyor; sadece parçalanan ikincil kozmik işınlar yer seviyesine ulaşıyor. Bunlar ağır parçacıkların aksine zararlı değiller -yoksa Dünya'da ileri teknoloji kullanan hiçbir yaşam formu gelişemezdi. Atmosfer kalkanının dışına çıkan bir astronot gama ışınlarının zararlı etkilerine maruz kalıyor; önceleri kimse bunun ne denli ciddi bir risk olduğunu bilmiyordu. Ama uzaydaki kısa dalgalı radyasyonlar daha büyük bir tehdit oluşturuyor gibiydi. Güneş bu tür radyasyonun kaynaklarından biri; uzun bir süredir gökbilimciler güneş firtınalarını gözlem altında tutuyorlardı. Patlama adı verilen ani oluşumlar,

radyasyonun yanı sıra Dünya'yı bombardımana tutan yüksek enerjili parçacıklar da yayıyorlar. Bu parçacıklar manyetik firtinalara neden oluyor, radyo sinyallerini bozuyor ve aşağı doğru yağarak muhteşem güney ve kuzey işiklarını meydana getiriyor. Parçacıklar elektrik yüklü olduklarından manyetik kutuplara doğru ilerliyorlar; kuzey ve güney işiklarının en sik, yüksek enlemlerde görülmelerinin nedeni de bu. ingiltere'nin güneyinde ender olarak görülen bu işiklar iskoçya'da daha sık gözlemleniyor; Antarktika'da ya da Norveç'in kuzeyinde ise onlarsız bir gece tekdüze olarak nitelendiriliyor.


Güneş kısa dönemli çevrimsel etkinlik gösteren bir değişen yıldız olarak göz önüne alınmalı. Maksimum dönemde çok sayıda güneş leke grubu ve sık patlamalar görülüyor; ancak minimum dönemde günlerce hiçbir büyük güneş leke grubu gözlemlenmeyebiliyor ve Güneş görece "sakin" kalıyor. Bir çevrimin ortalama süresi 11 yıl; son maksimum 2001'de meydana geldiğine göre bir sonrakini 2012'de bekleyebiliriz. Ama çevrim tamamıyla düzenli değil ve bu nedenle de kimse olayları tahmin edemiyor. Her an büyük bir patlama meydana gelebiliyor ve

korunmasız bir astronot için büyük bir tehlike yaratabiliyor.


Bir de Güneş Sistemi'nde çokça bulunan küçük katı cisimlerden doğabilecek tehlikeler var. Bu cisimler ancak, kuyrukluyıldızların kalıntıları oldukları anlaşılan yıldız kayması şeklinde bulutsuz bir gecede gözlemlenebiliyor. Sadece toz tanesi büyüklüğünde olsalar da çok büyük hızlarda hareket ediyor ve yenilmesi güç füzeler olarak tehlike oluşturuyorlar. Sağlam biçimde inşa edilmiş bir uzay aracı bunlara karşı koyabiliyor ama daha büyük, birkaç santimetre genişliğinde bir cisim çok daha büyük bir sorun yaratıyor. Örneğin, uzay aracına, çalışma masası büyüklüğünde bir meteoroit çarparsa büyük olasılıkla uzay aracı öylesine büyük derecede hasar görür ki mürettebatın hayatta kalmak için hiçbir şansı kalmaz. Bu cisimler asteroit kuşağından geliyorlar ve kuyrukluyıldızlarla hiçbir bağlantıları yok. Dünya'dan da gözlemlenemiyorlar. 1957'de varlıkları sadece, atmosferi delip geçen ve aşağı yukarı hasar almadan yeryüzüne inen meteoritler nedeniyle biliniyordu. Tek bildiğimiz, uzayın tehlike oluşturabilecek boyutlarda cisimlerle dolu olma olasılığıydı.


Bir diğer sorun da sıfır yerçekimi ya da ağırsızlık. Bu konuda Jules Verne romanını yazarken bir hata yaptı. Uzay yolcuları saniyede 11,27 kilometre hızla yukarı doğru gönderildiklerinde ancak Dünya ile Ay arasında yer alan ve Dünya'nın çekim gücünün Ay'ınki tarafından yok edildiği "nötr nokta"ya ulaştıklarında ağırlıksız oldukları söyleniyordu. Halbuki Barbicane ve yol arkadaşlarının kalkışa dayanabilmeleri halinde baştan beri ağırlıksız olmaları gerekiyordu!


Bir kitap üzerinde duran bir kurşunkalem düşünün. Kitaba göre aşağı doğru bastırıyor. "Ağırlığı" var. Şimdi kitabı yere bırakın. Yere vurana kadar düşen kitap, üzerindeki kurşunkalemle aynı yönde ve aynı hizda ilerliyor. Kurşunkalem artık kitaba baskı yapmıyor ve kitaba göre ağırlıksız oluyor. Kitap ve kurşunkalem ayrı hizla yukarı doğru hareket ediyor olsalardı da durum aynı olurdu. Aynı şekilde hareket eden bir uzay aracının içindeki astronot da ağırlıksiz görünecek. Peki ama insan vücudu sıfir yerçekimine nasıl dayanıyor?


İlk deneylerde hayvanlar kullanıldı, ikinci yapay uydu olan Sputnik 2, Laika adinda bir köpek taşıyordu. Laika ne radyasyon ne de kapsülün meteorlardan zarar görmesi nedeniyle öldü; sifir yerçekimine rağmen acısız olduğunu umduğumuz ölümünden önce birkaç gün hayatta kalmayı başarabildi. Ben de dahil olmak üzere çok sayıda kişi buna şiddetli biçimde karşı çıkmıştı çünkü Laika'nın Dünya'ya canlı olarak geri dönme gibi bir şansı yoktu. Ama deney bilimsel açıdan çok değerliydi ve insanlı uçuşun yolunu açtı.


Gerek Batı'da gerekse S.S.C.B'de gönüllü bulmakta zorluk çekilmiyordu. Washington'da, yeni kurulan NASA Merkür Projesi'ni başlattı ve ilk astronotlarını -Alan Sheppard, Scott Carpenter, John Glenn, Gordon Cooper, Walter Schirra, Virgil Grissom ve Donald Slayton- seçti. Slayton'in sağlık sorunları olmasına ve Merkür Projesi'nden sonra uzun bir süre beklemek zorunda kalmasına rağmen hepsi uzaya gittiler. Dünya çevresinde tur atan ilk astronot Glenn oldu ve daha sonra ikinci yolculuğunu 77 yaşındayken yapması nedeniyle en yaşlı astronot ünvanını da aidı!


Eğitim her yönden çok zorluydu. Her adayın gerek zihinsel gerekse fiziksel açıdan mükemmel özelliklere sahip olması gerekiyordu. Astronotların her biri konvansiyonel uçuş araçlarında deneyimliydiler ve santrifüj aracında baş dönmesi gibi büyük rahatsızliklara katlanmak zorundaydılar. Her birinin bilimsel açıdan bilgili olması, kullanılan uzay aracı hakkında her detayı bilmesi gerekiyordu. Yine de çok kısa sürelerin dışında sıfir yerçekimi ortamını yaratmak zordu ve her zaman uzayda baş dönmesi ve mide bulantısı yaşanması olasılığı vardı.


İLK UÇUŞLAR

Herşey plana uygun olarak ilerliyor gibi görünüyordu ama Doğu'da da benzer bir eğitim veriliyordu ve Ruslar yine ilerideydiler. 12 Nisan 1961'de Sovyet Hava Kuvvetleri'nden Binbaşı Yuri Gagarin A 1 roketine bağlı bir kapsülle firlatıldı ve Dünya'nın çevresinde tam bir tur attı. Yerden yüksekliği 180 ila 327 kilometre arasında değişiyordu. 1 saat 48 dakika süren uçuşun ardından Vostok 1 adlı kapsül daha önceden belirlenen alana güvenli bir biçimde indi; plana uygun olarak Gagarin 7000 metrede kapsülden firlatıldı ve yolculuğuna paraşütle devam etti. Rus kozmonotlar ancak birkaç deneyin ardından iniş sona erene kadar kapsülün içinde kaldılar; Amerikalılar ise iniş sırasında zaten kapsülü terk etmiyorlardı.


Bu, Gagarin'in tek uzay uçuşuydu; ne yazık ki yedi yıl sonra sıradan bir hava yolculuğunda yaşamını yitirdi. Ama bu tek uçuşun bile önemi yadsınamaz. En inatçı şüphecileri dahi uzay yolculuğunun mümkün olduğu ve Ay ile diğer dünyalara ulaşılabileceği konusunda ikna etti. Artık insanoğlu Dünya'ya mahküm değildi.


Gagarin'in yolculuğunun ardından bir aydan az bir süre sonra Alan Shepard, Mercury 3'le küçücük, daracık bir kapsülün içinde Cape Canaveral'dan fırlatıldı. Dünya'nın çevresinde tur atmadı; hoplaya ziplaya yaptığı yolculuk 14 dakikadan az sürdü ama Capa Canaveral'dan 500 kilometre uzakta denize düşmeden önce 187 kilometre yüksekliğe ulaştı. Uçuş, bir sunucunun anlatımıyla yayınlandı ve dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından dinlendi. Soğuk Savaş sırasında gerçekleşen bu yayın büyük bir başarıydı. Dünya çevresinde bir tam tur yapmayan bir diğer uçuş da Temmuz'da yapıldı; kapsülün içinde Virgil Grissom vardı. Bir ay sonra Gherman Titov, Soyvetler Birliği'nin Vostok 2'siyle Dünya çevresinde yaklaşık 17 tur attı ve 25 saat havada kaldı. Bu arada Titov, çok uzun sürmese de ilk kez uzay tutmasına maruz kalan kişi oldu. Inişten çok önce kendini iyi hissetmeye başlamıştı bile. En sonunda ABD'nin ilk yörünge uçuşu, Yarbay John Glenn tarafından daha çok Friendship 7 olarak hatırlanan Mercury 6 ile yapıldı.


Gerçekleştirilen birkaç ön deneyin ardından 29 Kasım 1961'de Enos adındaki bir şempanze Dünya çevresinde iki tur attı ve kayıtlara göre yolculuktan sağ ama oldukça huysuz döndü. Shepard ve Grissom gibi Glen'in de uçuşu televizyon, radyo ve gazetelerde yayınlanacaktı.

Bir hata olursa artık geri dönüşü yoktu.


Glenn, 20 Şubat 1962'de fırlatıldı. Neredeyse 5 saat havada kalan astronot, ağırlıksızlığın rahatsız bir durum olmadığının farkına vardı. Hatta bunu "hoş bir deneyim" olarak tanımlayacak ve kısa sürede alışacaktı. Ortamı tanımladığı sözleri aktarmaya değer:


Ufuk masmavi ve beyaz renklerde parıldıyor. Güneş ufka doğru ilerlerken Dünya'nın üzerini kara bir gölge kaplıyor ve ufuktaki o kalın parlak şerit dışında herşey karanlığa gömülüyor. Güneş batarken bu şerit son derece parlak ama zaman geçtikçe alt bölümü parlak turuncuya dönüyor, sonra kızıllaşıyor, daha koyu renklere dönüştükten sonra sonunda mavi ve siyahlara bürünüyor.


Dünya'ya bakıldığında görülen renklerin ise 15.000 metre yükseklikteki bir uçaktan görülenlerle aynı olduğunu söylüyor. (Sırası gelmişken, uzaydan ya da Ay'dan Dünya üzerinde görülen tek şeyin Çin Seddi olduğunu belirten yaygın bir dedikodu var. Bu oldukça yanlış bir inanış. Çünkü Çin Seddi ticari bir uçaktan dahi seçilemiyor!)


Bu ilk yolculukların tümü çok kısaydı ama en azından yapılan bazı korkunç tahminlerin doğru olmadığını gösterdiler. Örneğin, bir astronotun atmosferin dışına çıkar çıkmaz kozmik ışınlar ya da Güneş'ten gelen zararlı emisyonlar nedeniyle anında öleceği; kapsülde hızla ve küçük parçacıkların bombardımanıyla ölümcül delikler açılacağı; uzaya çıkar çıkmaz başının döneceği ve midesinin bulanacağı; parlak ışıktan gözlerinin hasar göreceği gibi şeyler söyleniyordu. Bu korkuların hiçbiri gerçekleşmedi. Uzay uçuşlarının süreleri arttıkça, ve çok kısa bir sürede bu oldu, astronot ve kozmonotlar, Dünya'ya döndüklerinde yeniden "ağır" olmaya uyum sağlamaları bir süre alsa da, yine etkilenmemiş olarak döndüler. Bir yandan da bu durum, uzun vadedeki hasar olasılığını ortadan kaldırmıyordu. Bu konuda hâlâ önemli bir belirsizlik var. Mars'a yapılan ve aylar süren bir yolculuk, birkaç kilometre yukarıda Dünya etrafında dolanmaktan çok farklı. Ancak, bu tür sorunlar uzak gelecekte düşünülmesi gereken

problemlerdi ve bu bakış açısı umut vaat ediyordu.


1960'larda olaylar hızlı gelişti -hatta o kadar hızlı gelişti ki 2000 yılından önce Ay üsleri ve Mars keşiflerine ilişkin mmuhteşem fikirler baş gösterdi. Bu inatçı yılların hakkını verebilmek için bu kitabın birçok sayfasını bu yıllara ayırmak gerekir ama en ilginç nokta şu ki Gagarin'in ilk uçuşunun ardından insanoğlu 10 yıldan kısa bir süre sonra Ay'a ayak bastı. İşte bu yıların başarı ve başarısızlıkları.


Mercury ve Vostok döneminin daracık, tek kişilik kapsüllerinin ardından birkaç kişi taşıyabilen daha büyük uzay araçları kullanılmaya başlandı. Ağırlıksızlık, ne zararlı görünüyordu ne de rahatsız ediciydi ama belli sorunları da beraberinde getiriyordu ve astronotlar bu sorunlara alışmak zorundaydılar. Yeme-içme, problem yaratıyordu. Ağırlıksız ortamda sıvı dökülmüyordu. Başta uzay için hazırlanan yiyecekler tatsız tutsuzdu. Zaman ilerledikçe işler daha iyiye gitti ve sonuç olarak uzayda yenilen yemekler evde yenilenlerle aynı düzeye geldi. Çok önemli bir diğer soru da "Uzayda insan nasıl tuvalete gider?" … Bu sorun daha kolay bir biçimde çözüldü; dışkılar vakumla torbalarda biriktiriliyor ve inişten sonra atılıyordu.


1963'e damgasını vuran iki olay gerçekleşti. Tarihte ilk kez, insanlı iki uzay aracı aynı anda yörüngede yol aldılar; birinde Andriyan Nikolayev, diğerinde Pavel Popovich vardı. Yine Sovyetler Birliği'nden Valentina Tereshkova uzaya giden ilk kadın ünvanını aldı. iki yıl sonra ilk "uzay yürüyüşü" Alexei Leonov tarafından yapıldı. Bu noktada Ruslar, tüm önemli gelişmelerde önde yer alıyorlardı ama Amerikalılar da çok da geride değil, hatta Ay'a insan göndermek için yapılan hazırlıklarda öndeydiler.


18 Mart 1965'te Pavel Belyayev ve Alexei Leonov Voskhod 2 ile uzaya gittiler; komuta Belyayev'deydi ama halkın ilgi odağındaki Leonov oldu. Görev sırasında uzay giysilerini giyen Leono, Voskhod'dan çıkıp ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirdi. Fazla ileri gitmedi, dışarıda uzun süre kalmadı ama kesinlikle tarih yazdı.


Tabii ki bir güvenlik halatıyla uzay aracına bağlıydı ama zaten sürüklenme gibi bir durum yoktu çünkü uzay aracıyla aynı yörüngede aynı hızla hareket ediyordu. Bu, iki karıncanın, dönmekte olan aynı bisiklet tekerleğinin kenarına tırmanmasıyla açıklanabilir. Daha sonra Leonov şunları yazacaktı: "Yaşadığım keyif hiçbir şeyle ölçülemez. Ne kadar zaman geçerse geçsin yaşadığım ikili duygular hâlâ dün gibi aklımda. Kainatın sonsuzluğu karşısında çok küçük olduğumu hissettim." Ancak bu macerası neredeyse felaketle son buluyordu. 12 dakikadır uzay aracının dışındaydı ve yeniden araca girmeyi denediğinde uzay kıyafetinin şişip kapıdan sığmadığını gördü. Daha sonra çok korktuğunu itiraf edecekti. Uzay kıyafeti içindeki basıncı tehlike yaratacak düzeylere indirdi ve o zaman dahi zar zor girdi uzay aracına.


En popüler kozmonotlardan biri olan Leonov, mesleğinde çok başarılı bir yaşam sürdü. Sovyet roket programı planlandığı gibi yürüseydi Ay'a ayak basan ilk Rus ve belki de dünyada ilk kişi olabilirdi. Leonov, yetmişli yaşlarını sürdüğü günümüzde dahi uzay çalışmalarında aktif olarak yer alıyor. Bu arada çok iyi bir "uzay ressamı".


TRAJEDİLER

Yeni çağın ilk dönemlerinde ölümcül kazalar yaşanmadı. 27 Ocak 1967'de felaket, uzayda değil yerden 61 metre yüksekte vurdu. Apollo Ay görevlerinin ilk uçuşları, çok gelişmiş planlama yöntemlerinin ürünleriydi. Virgil Grissom, Edward White ve Roger Chaffee'den oluşan mürettebatının içinde Grissom ilk yedi astronottan biriydi. White ise Leonov'dan iki hafta sonra uzay yürüyüşü yapan ilk Amerikalıydı. Rutin prova sırasında üç astronot fırlatma konumlarını almışlardı ki aniden bir yangın çıktı. Yangın öylesine kısa bir sürede, o kadar büyük bir alana yayıldı ki hiçbir kurtarma olanağı olmadı. Kabinin içindeki hava saf oksijendi ve astronotların hiçbir şansı yoktu. Hepsi aldıkları riskin farkındalardı ama tümüyle güvenli olması gereken provada yaşamlarını yitirmeleri trajedinin boyutlarını artırıyordu.


Ne yazık ki çok kısa bir süre sonra başka bir trajedi bu kez uzayda meydana geldi. S.S.C.B.'den Vladimir Komarov dönemin son Rus uzay aracı Soyuz 1 ile uzaya gönderildiğinde korkulacak bir şey yok gibi görünüyordu. Komarov, bundan önce bir uçuş gerçekleştirmişti ve çok yetenekli olmasıyla ünlüydü. Ama neredeyse uçuş başlar başlamaz sorunlar yaşanmaya başladı. Komarov iniş için hazırlanmaya başladığında cihazlar bozuldu; paraşütler açılmadı ve Soyuz 1 yere çakıldı. Suç pilotta değil, uzay aracındaydı.


Uzay tehlikeli bir ortam. Yine de uzay bilimleri konusunda kaydedilen gelişmeler sırasında yaşamını yitirenlerin sayısının, havacılığın ilk dönemlerinde ölenlerin sayısından çok daha az olduğunu belirtmek gerekiyor. Günümüze kadar uzayda yolculuk yapan kişilerin sayısı 400, yaşamını yitirenlerinki ise 20'den az. Her gün karayollarında yaşanan katliamla karşılaştırıldığında uzay uçuşlarının insanın içine su serpecek şekilde güvenli olduğu görünüyor!


Yıllar boyunca Rusların kabul ettiklerinden çok daha fazla sayıda kayıp verdiklerine ilişkin dedikodular dinmek bilmedi. Gagarin'in uzaya giden ilk kişi değil ama sağ dönen ilk kişi olduğu iddia edildi. Sovyet döneminde Rusların yaptıklarını dünyanın geri kalanının bilmesini istemedikleri doğruydu. Ancak kayıp astronotlara ilişkin öyküler pek de sağlam olmayan kanıtlara dayandırılıyordu. Gagarin'den önce başarılı ya da başarısız öncülerin uzaya gitmiş olmaları pek de olası değildi.

bottom of page